Kirletici faaliyetler halka kapalı şirketlere kayıyor
İklim değişikliğine karşı alınan önlemlerin halka açık şirketler üzerinde yoğunlaşması, kirletici faaliyetlerin kapalı şirketlere kaymasına neden oluyor. Borsa şirketleri daha ‘yeşil’ görünürken, aynı faaliyetler gözden ırak sürdürülüyor. Sera gazı salımları konusunda şeffaflık, tüm şirketlerden talep edilmeli.
klim değişikliğiyle ilgili güvenilir bilgileri yaygınlaştırmayı hedefleyen İklim Masası‘yla olan işbirliğimiz çerçevesinde, Dr. Cem Veziroğlu‘nun kaleme aldığı su krizinin kirlilikle ilişkisi ve kapsamına ilişkin makalesini yayımlıyoruz.
*
İklim değişikliğine sebep olan sera gazı emisyonlarının azaltılması için sıkılaştırılan hukuk kurallarının ve artan yatırımcı baskısının halka açık şirketler üzerinde yoğunlaşması, kirletici faaliyetlerin halka kapalı şirketlere kaymasına neden oluyor.
Bu sorunu ‘sürdürülebilirlik arbitraji’ olarak tanımlayan yeni bir makale, halka açık şirketlerin, fosil yakıt varlıklarını kapalı şirketlere devretmesinden doğan risklere dikkat çekiyor. Bu gibi el değiştirmeler sonucunda halka açık şirketler daha ‘yeşil’ bir görünüme kavuşsa da, aynı faaliyetler – belki de çevreye daha da zararlı şekillerde – kapalı şirketler tarafından devam ettirilebiliyor. Üstelik kapalı şirketlerin genellikle daha az şeffaf olması, bu faaliyetleri gözden ırak hale getiriyor.
Sürdürülebilirlik arbitrajının çözümü olarak, aynı halka açık şirketler gibi, kapalı şirketlerin de sera gazı emisyonları konusunda şeffaf olmasının zorunlu kılınması öneriliyor.
Baskı, halka açık şirketler üzerinde yoğunlaşıyor
Şirketlerin iklim değişikliği üzerindeki olumsuz etkileri söz konusu olduğunda akla ilk olarak büyük şirketler geliyor. Bunlar arasında ise ExxonMobil, Total, BP, Shell ve Eni gibi fosil yakıt devleri öne çıkıyor. Nitekim Uluslararası Enerji Ajansı’nın 2020 tarihli bir raporuna göre, borsada işlem gören yedi petrol devi (BP, Chevron, ExxonMobil, Shell, Total, ConocoPhillips ve Eni), küresel petrol ve doğalgaz üretiminin yüzde 15’inden sorumlu.
İklim krizinde büyük rol oynayan bu şirketlerin bir diğer ortak özelliği ise daha büyük faaliyetlerle uğraşmaları ve halka açık olmaları – yani paylarının, borsada işlem görmesi ve yatırımcılar tarafından alınıp satılabilmesi. Bu nedenle, iklim değişikliğine karşı alınan önlemler de halka açık şirketler üzerine odaklanıyor. İklimle ilgili konularda kamunun aydınlatılmasına, örneğin emisyonlarına açıklanmasına, dair düzenlemeler de temelde halka açık şirketlere uygulanıyor.
Ancak daha küçük çaplı faaliyetlerle uğraşmaları, kapalı şirketlerin de iklim değişikliğinde önemli bir payı olmadığı anlamına gelmiyor. Kapalı şirketlerin sayısı, halka açıklardan çok daha fazla olduğu gibi, kapalı olmasına karşın oldukça büyük olan şirketler de var.
Türkiye’den örnek verecek olursak, ülkenin en büyük şirketlerini listeyelen Fortune 500 sıralamasında birçok kapalı şirkete rastlamak mümkün. Üstelik büyük kapalı şirketlerin sera gazı emisyonları da kaygı verici boyutlara ulaşabiliyor. 2017 tarihli bir rapora göre, son 30 yıldaki endüstriyel sera gazı emisyonlarının yüzde 71’inden, fosil yakıt üreticisi 100 şirket sorumlu. Bu emisyonların yüzde 9’u ise halka kapalı şirketlerden kaynaklanıyor. Devlet iştirakleri hariç tutulduğunda ise, toplam emisyonların neredeyse yüzde 25’inin kapalı şirketlerin operasyonlarından kaynaklandığı görülüyor.
Çevreye zararlı faaliyetler ortadan kalkmıyor, devrediliyor
Dolayısıyla, sera gazı emisyonlarını sınırlandırmak için alınan tedbirlerin yalnızca halka açık şirketler üzerinde yoğunlaşmasının gözden kaçırılan önemli bir bedeli var: Çevreye zararlı faaliyetleri ortadan kaldırmak yerine, halka açık olmayan şirketlere kaymasına neden olabiliyor.
Bunun çarpıcı bir örneği 2020 yılında, petrol devi BP, Alaska’daki petrol tesisini sattığında gözlendi. İlk bakışta, BP’nin sera gazı salımını azaltması anlamına geldiği için takdire şayan görünen bu satış, kapalı bir şirkete yapılmıştı Gerçekte yaşanan, aynı kirletici faaliyetin, kapalı ve dolayısıyla şeffaflıktan uzak bir şirket tarafından devralınmasından ibaretti.
Ancak sürdürülebilirlik arbitrajı sorununun en bariz hali, BP örneğinde olduğu gibi, halka açık şirketlere ait sera gazı salımı yüksek işletmelerin, kapalı şirketlere satılmasıyla görülüyor. Bu senaryoda, satıcı konumundaki halka açık şirket, aniden daha ‘yeşil’ bir görünüme kavuşuyor. Ne var ki çevreye zararlı faaliyet, kapalı bir şirket bünyesinde aynen veya duruma göre daha yoğun şekilde devam ediyor. Kısacası, halka açık şirketlerin sera gazı emisyonlarından arınması, her zaman toplamda daha çevre dostu bir sonuca ulaştığımız anlamına gelmiyor.
Kapalı şirketlerden şeffaflık talebi yok
Bu yaşananların ardında, şirketleri iklim değişikliği konusunda dikkatli olmaya iten unsurların, kapalı şirketlerden ziyade halka açık şirketler üzerinde etkili olması bulunuyor.
Halka açık şirketlerin payları borsada alınıp satılabildiğinden, birçok mevcut ve potansiyel yatırımcı, bu şirketlerin finansal durumuyla yakından ilgileniyor. Yatırım kararlarının daha doğru şekilde verilebilmesi için şirketlerin, finansal açıdan önemli bilgileri kamuyla paylaşmaları, yani alenileştirmeleri bekleniyor.
Halka açık şirketlerin, hem faaliyetleri ve finansal durumları hakkında bilgi verme (genelde her çeyrekte bir defa) hem de ara dönemlerde gerçekleşen önemli hususları kamuya duyurma yükümlülükleri bulunuyor. Örneğin Kamuyu Aydınlatma Platformu, bu amaçla kullanılan bir sistem.
Son yıllarda, şirketlerin iklim değişikliğinden ne şekilde etkileneceğine dair değerlendirmeler de finansal bakımdan önemli bir etken olarak ele alınıyor. Böylelikle hissedarlar, yatırım kararları verirken, iklim değişikliğiyle bağlantılı risk ve fırsatların şirket üzerindeki etkisini dikkate alabiliyorlar.
Bu bağlamda, özellikle Avrupa Birliği’nde kabul edilen yeni bir yaklaşım , iklim değişikliğinin şirkete etkisine ilaveten, şirketin iklim değişikliğine etkisinin de kamuya açıklanmasını zorunlu kılıyor. Dolayısıyla, halka açık şirketlerin sera gazı emisyonları konusunda daha şeffaf olmaları yönünde artan baskıdan söz ederken, bunu zorunlu kılan düzenlemelerden de söz etmek mümkün.
Örneğin, yaklaşık 50 bin şirket, iklimle bağlantılı finansal olmayan bilgileri raporlamakla yükümlü hale geldi. Bunlar arasında; (i) belirli finansal ölçütleri sağlayan büyük teşebbüsler, (ii) sermaye piyasası araçları AB borsalarında işlem gören teşebbüsler ve (iii) AB cirosu belirli bir miktarın üzerindeki AB-dışı teşebbüsler yer alıyor.
Bu bağlamda paylaşılan bilgilerin güvenilir ve yeterli olması için ise, sunulacak bilgilerin tektipleştirilmesi ve doğruluğunun dış denetim ile onaylanması zorunluluğu getirildi. AB’nin Yeşil Beyanlar Direktifi Taslağı da eksik veya yanıltıcı bilgi paylaşan – başka bir deyişle yeşil aklama yapan – şirketlere ağır yaptırımlar öngörüyor.
Kısacası, her ne kadar halka açık şirketlerin iklim değişikliğiyle mücadele için gerekli tüm adımları attıklarını söylemek mümkün değilse de, iklimle ilgili konulardaki düzenlemeler temelde bu şirketleri hedef alıyor. Kapalı şirketlerin ise kaşı karşıya olduğu herhangi bir şeffaflık baskısı bulunmuyor.
Kurumsal yatırımcı baskısından da muaflar
Halka açık şirketlerin karşı karşıya kaldığı, kapalı şirketlerin ise muaf olduğu bir diğer önemli faktör, büyük kurumsal yatırımcıların yeşil dönüşümde üstlenebildikleri rol. Emeklilik ve yatırım fonları gibi kurumsal yatırımcılar, hissedarı oldukları şirketlerin iklim krizine katkı sunan faaliyetlerden kaçınmalarını talep edebiliyorlar.
Hatta kurumsal yatırımcılar, halka açık şirketlerin genel kurullarında kullandıkları oylarla şirket politikasını etkileme imkanına sahipler. Özellikle, şirketin iklimle ilgili verilerini iyileştirme konusunda sınıfta kalan yönetim kurulu üyelerinin yeniden seçilmesini engelleyebilirler. Daha sık görülen durum ise, oylama aşamasında sert bir tedbire gerek kalmaksızın, iklimle ilgili beklentilerin istişareler sırasında aktarılmasıdır. Bu durumda şirket, yatırımcı beklentileri doğrusunda iklim politikalarını gözden geçirebilir.
Ne var ki bu gibi unsurlar da kapalı şirketler üzerinde etkili değil. Yatırımcı sayısı çok daha düşük olan kapalı şirketlerde, çoğu zaman bir hâkim pay sahibi bulunur. Yani bir hissedar, şirket paylarının çoğunluğuna sahiptir ve şirket yönetimini belirler.
Hâkim pay sahibinin menfaatleri öncelikli
Halka açık şirketleri iklim değişikliği konusunda daha doğru adımlar atmaya itebilecek etmenlerden sonuncusu ise, şirket yöneticilerinin bireysel görüş ve tercihleri.
Özellikle Amerikan şirketleri tarafından geleneksel olarak kabul gören anlayış, gözetilecek yegane menfaatin, pay sahiplerinin finansal çıkarları olduğudur. Ancak iklim krizinin derinleştiği bu dönemde, şirketlerin, çevreye zarar vermek pahasına kâr elde etmeye odaklanması, endişe yaratıyor. Bu nedenle giderek ivme kazanan bir öneri, şirket yöneticilerinin yalnızca hissedarların değil, daha geniş bir paydaş çevresinin çıkarlarını dikkate alması gerektiği.
Buna göre yönetim kurulu üyeleri, şirketin uzun vadeli menfaatleri ışığında, çevre, şirket çalışanları ve genel olarak topluma olumsuz etki edebilecek faaliyetlerden – kısa vadede kâr getirecek olsa da- kaçınmalılar.
Bu teorik tartışmanın pratikte ne kadar etkili olacağı sorgulanabilir. Ancak bu fikrin her geçen gün daha fazla taraftar topladığını söylemek yanlış olmaz.
Ne var ki bu etmen de halka kapalı şirketler üzerinde fiilen etkisiz: Çoğunlukla bir hâkim pay sahibinin bulunduğu ve bu kişinin ortak yöneticileri görevden alma yetkisine sahip olduğu kapalı şirketlerde yöneticilerin, hâkim pay sahibine sadık olmaları muhtemel.
Bu soruna karşı önerilen temel çözüm, meselenin, borsa şirketleri ve kapalı şirketler arasındaki şeffaflık farkının giderilerek çözülmesi. Bunun için, belirli bir miktarın üzerinde sera gazı salımı yapan, halka açık ve kapalı tüm şirketlerin, emisyon miktarlarını kamuya açıklamaları zorunlu kılınabilir.
Çalışanlar ve tüketiciler, sürdürülebilir şirketleri tercih ediyor
Ancak kapalı şirketlerin kurumsal yatırımcılarının olmaması ve hâkim pay sahibinin etkisinin de güçlü olması nedeniyle, bu tedbirin faydalı olmayacağı düşünülebilir. Bu noktada, pay sahipleri dışındaki aktörlerin devreye girmesi beklenir: İlk olarak şirketin mevcut çalışanlarından iklim değişikliği konusunda bilinçli olanlar şirket yönetimi üzerinde baskı kurabilir. Geçtiğimiz senelerde bunun örnekleri ABD'de görüldü Çalışanlarının baskısı nedeniyle Google, sürdürülebilir kalkınma ve iklim odaklı start-uplar için bir kuluçka programı başlattı.
Ayrıca, ikim değişikliği konusunda kötü bir itibara sahip şirketler, işgücü piyasasında rekabet açısından dezavantajlı bir duruma düşebilir. Nitekim güncel araştırmalar, çalışanların, çevre politikası daha güçlü şirketleri tercih ettiklerini gösteriyor. Y ve Z kuşağı ise bu konuda özellikle dikkatli görünüyor: 1983-2004 yılları arasında doğan, 44 ülkeden 23 bin gençle yapılan yeni bir Deloitte anketine katılanların yarısından fazlası, bir işe başvurmadan önce şirketin çevresel etkileri üzerine araştırma yaptıklarını söylüyor.
Kapalı şirketleri iklim konusunda etkileyebilecek bir diğer grup ise tüketiciler ve müşteriler. Yakın tarihli araştırmalara göre, çevre ve toplumla ilgili konularda görece iyi bir itibara sahip firmalar, müşteriler tarafından daha fazla tercih ediliyor. 2021’de bir araştırmaya katılanların yüzde 87’si, çevreye olumsuz etkilerini azaltmak için farklı ürünler satın alabileceklerini belirtti.
Son olarak, hem çalışan ve pay sahipleri nezdinde farkındalık yaratabilecek hem de bizzat şirketlerin iklim politikalarına etki edebilecek aktörler, medya ve sivil toplumdur. Haberler ve raporlar, şirketlerin çevreyle bağlantılı itibarları hakkında hem çalışanlar hem de müşteriler için değerli birer bilgi kaynağıdır. Keza özellikle çevre konusunda uzman sivil toplum kuruluşları “İKLİM DAVALARI” yoluyla, çevreye zarar veren şirketleri bu konuda tedbirler almaya veya geri adım atmaya zorlayabiliyor.
Sonuçta kapalı şirketlerin sera gazı emisyonları konusunda daha şeffaf olmaya zorlanması, sürdürülebilirlik arbitrajına girişilmesi açısından caydırıcı olabilir. Bu noktada bir hatırlatma faydalı olabilir: Sürdürülebilirlik arbitrajının engellenmesi, iklim kriziyle mücadele açısından elbette katkı sağlayacaktır. Fakat iklim değişikliğinin, yalnızca şirketler hukuku araçlarıyla çözülemeyecek, çok daha derin ve köklü bir sorun olarak ele alınması gerekiyor.
Kaynak Makale: Veziroğlu, C., Kayıklık, A. The Climate Crisis and Private Companies: How to Address the Sustainability Arbitrage Problem. Eur Bus Org Law Rev (2023). https://doi.org/10.1007/s40804-023-00298-y
Dr. Cem Veziroğlu hakkında
Dr. Cem Veziroğlu, Koç Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ticaret Hukuku Anabilim Dalı öğretim üyesidir. Koç Üniversitesi’nde “UNESCO Toplumsal Cinsiyet ve Sürdürülebilir Kalkınma Kürsüsü”nde Araştırmacı Öğretim Üyesi ve NASAMER Law Blog’un baş editörü olarak görev yapmaktadır.
2012 yılında Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun olduktan sonra, yüksek lisans (Magister Juris) eğitimini Oxford Üniversitesi’nde sürdürmüştür. Doktora araştırmalarını Max-Planck-Gesellschaft ve TÜBİTAK bursiyeri olarak Max-Planck Karşılaştırmalı ve Uluslararası Hukuk Enstitüsü’nde gerçekleştiren Veziroğlu, doktora eğitimini İstanbul Üniversitesi’nde tamamlamıştır. AB, Dünya Bankası ve British Council gibi kurumlar tarafından desteklenen projelerde rol almış ve uluslararası prestijli dergilerde (European Business Organization Law Review; European Company and Financial Law Review) makaleleri yayımlanmıştır.
Çalışma alanları şirketler hukuku, tahkim hukuku ve sürdürülebilirlik (ESG) regülasyonlarıdır; bu bağlamda özellikle yeşil finansman, sürdürülebilirlik raporlamaları, tedarik zinciri ve greenwashing konularında uzmanlaşmaktadır. İklim değişikliği ve şirketler hukuku alanında King’s College London’da verdiği dersin yanında, bu alanda lise ve lisansüstü öğrencilerine yönelik araştırma programlarını yürütmektedir.
Uzmanlık Alanları: Ticaret Hukuku; Şirketler Hukuku; Tahkim Hukuku; Sürdürülebilirlik (ESG) Regülasyonları; Yeşil Finansman
YEŞİL GAZETE
FACEBOOK YORUMLAR