JMO Başkanı Hüseyin Alan: 27 milyonu aşkın insan ölümle burun buruna
Fay zonu üzerindeki kentlerde atılması gereken adımları konuştuğumuz Jeoloji Mühendisleri Odası Başkanı Hüseyin Alan, "İktidar sorumluluk almak istemiyor. Sorumluluğu ilahi bir güce atıyor" dedi.
6 Şubat depremlerinin ardından en çok tartışılan konulardan biri fay zonları üzerine kurulan kentler oldu. Özellikle Hatay, ve Maraş’ta yaşanan yıkım ve ölümlerle Jeoloji Mühendisleri Odasının depremden yıllar önce yayımladığı kent raporları yeniden gündeme geldi, raporlarda yapılan uyarıların neden deprem sürecine kadar dikkate alınmadığı tartışıldı. Depremin üzerinden 1 yıl geçti; geçen sürede fay zonları üzerinde bulunan kentlere ilişkin hâlâ adım atılmadı.
Türkiye’de 5.5 ve üzeri deprem üretme potansiyeli taşıyan 486 fay zonu var. Çoğu büyükşehir olmak üzere tam 24 kent fay zonları üzerine kurulu. Bu kentlerde 27 milyona yakın insan yaşıyor. Yani her 3 kişiden biri fay zonu üzerindeki kentlerde ikamet ediyor. Fay zonu üzerindeki kentlerde son durumu, bu konuda atılması gereken adımları Jeoloji Mühendisleri Odası Başkanı Hüseyin Alan ile konuştuk.
Fay hatları üzerinde kurulu şehirler hangileri?
2013 yılında MTA Genel Müdürlüğü tarafından Türkiye’de fay haritası güncellendi. Biz de Elâzığ depreminden sonra fay üzerine oturan ve en riskli olan kentlerden başlamak üzere bir rapor hazırlama süreci başlattık. Bugün MTA’nın yeni fay haritasında yaklaşık 486 fay zonu var. Bunlar 5.5 ve üzeri deprem üretme potansiyeline sahip. Birçoğu büyükşehir olmak üzere 24 kent ve 110’a yakın ilçe 500’e yakın mahalle veya köy yerleşim birimi doğrudan fay zonları üzerinde. Hakkâri, Erzurum, Bingöl, Erzincan, Tokat, Bolu, Sakarya, Kocaeli, Bursa, Balıkesir, Manisa, İzmir, Denizli, Aydın, Muğla, Burdur, Eskişehir, Konya, Aksaray, Osmaniye, Hatay, Maraş, Kütahya ve Kayseri kent merkezleri doğrudan fay zonu üzerinde. 18 kentin raporları depremden önce paylaşılmıştı. 3 kentin raporlarını daha tamamladık, yakın zamanda onları paylaşacağız, diğer 3 ilin raporlarını da ilerleyen zaman diliminde paylaşacağız.
İstanbul’un içinden 5.5 üzeri deprem üretme potansiyeli olan bir fay hattı geçmiyor. Bu fay Marmara Denizi içerisinde. Bu nedenle İstanbul için raporlama yapmadık. Ancak fayın 15-20 kilometre yanında yer alıyor ve bu fay üzerinde meydana gelecek depremle büyük bir yıkım yaşanacağını tahmin ediyoruz.
Kuzey Anadolu fayının kuzey kolu doğrudan Sakarya’nın kent merkezi içerisinde. Sakarya, Kocaeli gibi büyük kentlerde biliyorsunuz 1999 depreminde büyük kayıplar yaşandı. Sakarya’nın bugünkü durumuna ilişkin raporu da önümüzdeki günlerde paylaşacağız. Ama biliyorsunuz Kuzey Anadolu fayı farklı periyotlarda olsa da iki yüz elli yılda bir büyük deprem üretme potansiyeline sahip. Dünyanın en aktif fay zonlarından biri.
Bahsettiğiniz kentlerde milyonlarca insan yaşıyor. Kentlerin bugünkü yapısını göz önünde bulundurduğumuzda ise bu insanlar ölüm riskiyle burun buruna… Bu şehirlerdeki okul, hastane gibi kamu hizmeti sunulan binalar açısından durum nedir?
Yaklaşık 4 binin üzerinde okul riskli alanlarda yer alıyor. 6 Şubat sonrası, hızlı şekilde yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya olanlardan başlayarak okul binalarının mutlaka gözden geçirilmesi gerektiğini söylemiştik. Türkiye’deki yaklaşık 49 bin 500 okuldan 4 bin 500’ünün acil olarak gözden geçirilmesi gerekiyor.
4 bin 500’e yakın sağlık tesisi üzerinde yaptığımız değerlendirmeye göre 200 tanesi riskli alan içerisinde. Özellikle üç hastane farklı kentlerde doğrudan fay zonu üzerinde yer alıyor. Bunlardan biri zaten Hatay’dakiydi, o da yıkıldı.
‘İKTİDAR TEDBİR ALMIYOR’
6 Şubat depreminin ardından raporlama yaptığınız illerle ilgili bu kentlerde neler yapılabileceğine dair yerel yönetimler ya da hükümet ile bir görüşme sağlandı mı?
Bizimle çok sınırlı iletişim kuruldu. Mersin, İstanbul, İzmir ve Ankara büyükşehir belediyeleri ve Tunceli Belediyesi bizimle diyalog kurdu. Fay üzerine oturan ve risk açısından da yüksek potansiyele sahip kentlerimizin yönetimlerinin ise yeterli bir çaba içinde olmadığını gördük. Bu kentlerde paneller, halk bilgilendirme toplantıları gerçekleştirildi. Diğer kentlerimizle bir iletişim sağlanmadı.
Hükümet?
Merkezi iktidar fay zonlarının nerelerden geçtiğini zaten biliyor. Ancak buna ilişkin hiçbir tedbir alınmıyor. Bakın Elâzığ depreminden sonra TBMM’de bir komisyon kuruldu. Komisyon 500 sayfalık bir rapor hazırladı. Bu raporla eksiklikler ortaya koyuldu. Şimdi sormak gerekir, üç yıldır bir tek düzenleme gerçekleştirildi mi, hayır. Maraş depremlerinden sonra yine komisyon kuruldu, 700-800 sayfalık rapor hazırlandı, tüm kamu kurumlarına gönderildi bu rapor. İlgili idareler tek bir düzenleme yapmadı.
Mesela, gidelim Kocaeli Büyükşehir Belediyesine, imar planlarına bakalım. 1999 depremi sonrası oluşan yüzey kırığı imar planlarına işlenmiş mi? Sakarya, Bolu, Tokat, Erzincan… Çok sayıda kentte diri faylar bile imar planlarına işlenmemiş. Yüksek afet riski taşıyan alanlar imar planlarına işlenmiyor.
Neden işlenmiyor?
Çünkü bu alanlar ranta ve talana açılıyor. 1999’da doğrudan yüzey kırığı oluşan Başiskele’ye gidelim, ilk imar planlarını alalım. Kırılmış fay zonu üzerine bugün bina inşası için ruhsat veriliyor. Bunu yapmayan kim? Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ne İmar Kanunu’nda ne Yapı Denetim Kanunu’nda bir değişiklik yapmadı. AFAD Başkanlığının düzenleyici işlemleri hâlâ yürürlüğe girmedi.
Tek bir örnek vereceğim; Maraş depremlerinden sonra Planlı Alanlar Yönetmeliği’nde Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı 12.5.2023’te bir değişiklik yaptı. Asma katlı dükkanlar için deprem güvenli olmamasından kaynaklı “Artık yapılmayacak” denildi. Beton lobisinin talepleri ile 13 Ocak’ta düzenleme yapıldı ve bu maddenin yürürlüğü 2024’ün sonuna kadar ertelendi. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim; 2024’ün sonunda bu tekrar ertelenecek. Çünkü ranta ve talana boyun eğen bir iktidar var.
Ben sormak istiyorum, 2024’e kadar bu yapılarda oturacak olan insanların canı bu kadar ucuz mu? Üç beş tane müteahhide rant amaçlı ruhsat izinleri verilecek 2024 sonuna kadar. Yani sonuç itibarıyla Maraş depremlerinden sonra da düzenleyici hiçbir işlem yapılmadı. Raporlar TBMM’nin tozlu raflarında duruyor.
TAKDİRİİLAHİ DEĞİL RANT!
En önemli neden rant. Peki bilim çevrelerinin önerilerinin dikkate alınmamasının başkaca nedenleri de var mı?
Yozlaşmış sistem var bizde. Bunu örnek üzerinden aktarmak istiyorum. Türkiye deprem tehlike haritası 2019’da yürürlüğe girmeden önce çeşitli toplantılara katıldık. Bu haritanın eksik ve Türkiye’nin ihtiyaçlarına yanıt vermediğini söyledik. Eksikliklerin giderilmesi için düşüncelerimizi AFAD Başkanlığı tarafından yapılan çalıştaylarda ifade ettik. Yazılı olarak istediler, yazılı olarak paylaştık. Düşüncelerimizi dikkate almadan yayımladılar. Bu haritaya karşı Danıştayda dava açtık. Mahkeme bizleri reddetti. Bu harita 2019’da yürürlüğe girdi. 2020 yılında İzmir depreminde gördük ki bu harita çerçevesinde tasarım ivme değerlerine göre yapılan binaların yetersiz olduğu ortaya çıktı. 6 Şubat depremleri sonucunda ve Hatay bölgesinde bu ivme değerlerinin öyle bir kat, iki kat, üç kat değil, dört kat daha fazla olduğu anlaşıldı.
Ne demek bu; siz devletin verdiği ivme değerini baz alarak binanızı tasarlayıp inşa ediyorsunuz. Halbuki bunun çok üzerinde deprem kuvvetleri geliyor ve bu binaları yerle bir ediyor. Bakın Hatay’da yeni yapılan binalar dahi yıkıma uğradı. Birçoğu hasar aldı.
Meslek örgütümüz bütün idari girişimlerde bulunmuş, haritanın zayıf noktalarını ifade etmiş. Yaşanan depremler bizi haklı çıkarmış. Siz ne beklersiniz? Hızlı şekilde revizyon beklersiniz. Henüz bir revizyon olmadı. Üç gün sonra yani farklı bölgelerde depremler meydana gelecek. İnanın ben korkuyorum. Kamu yöneticilerinin veya idarecilerinin bu sese kulak vermesi gerekiyor.
Bir yanda yıllar öncesinden paylaşılmış bilimsel tespitler var, diğer yandan her doğal afetin felakete dönüştüğünü görüyoruz. İktidar ise felaketleri sürekli “takdir-i ilahi” diye açıklıyor…
Bu sorumluluğu ilahi bir güce atmaktır. İktidar sorumluluk almak istemiyor. Halbuki bire bir sorumlu. Bilimsel çalışmalar yapılmış, biz bu bilimsel çalışmaları toparlayıp uyarıcı görevimizi yerine getirmişiz. Akıl neyi gerektirir? Riski azaltacak önlemlerin gerek merkezi idare gerekse yerel idareler tarafından alınmasını bekleriz. Vazgeçtim riski azaltmak, daha da artıracak projeler ortaya koyuyorlar.
Kanal İstanbul’u düşünün; İstanbul için yaratacağı riskler orada. Bunlar geniş geniş bütün topluma anlatıldı. Şimdi birileri ille bu proje gerçekleşsin diye çaba sarf ediyor. Üç gün sonra olası bir Marmara depreminde bu bölgede meydana gelecek can kayıplarının sorumlusu kim? Buna takdiriilahi diyebilir miyiz? Bunun tek nedeni rant ve talana dayalı ekonomiyi besleme anlayışıdır.
‘ACİL FAY YASASI ÇIKARILSIN’
Türkiye açısından fay hatlarından kaçınabilen bir kentleşme planı mümkün müdür?
Kesinlikle. 2020 yılında hangi ülkeler bu tür sorunlara nasıl çözümler getirmiş diye inceledik. ABD 1973’te fay yasası çıkardı. Bu yasa kısaca şöyle diyor: Fayın sakınım bandının nasıl çizileceği, bunun imar planlarına nasıl işleneceği ve bu sakınım bandı içerisinde yapı yapmaya nasıl kısıtlama getirileceği ifade ediliyor. Bakın yaklaşık 60 yıl önce.
Yapı stokunu kısa sürede yenileyemezsiniz. Bugün başlasak 50 yıl sonra pozitif sonuçlarını görmeye başlarız. Yeni Zelanda 1990’lı yıllarda fay yasasını çıkarıyor. Yine karasal alanda fay geçen Tayvan da 1990’lı yıllarda çıkarıyor. Avrupa Birliği ülkelerinin birçoğu, Yunanistan, İtalya, İspanya, Portekiz Akdeniz’e kıyısı olan ülkelerin yerleri çıkarırsak, diğerleri deprem bölgeleri olmamasına rağmen kendi bina deprem yönetmeliklerine nasıl kaçınılacağını yazmışlar. İran fay zonunun geçtiği noktaya beş yüz metre mesafede bina yapmıyor. Çin, fay zonuna 3-5 kilometre mesafe yakınında hiçbir bina yapmıyor.
Biz 2018’de sakınım bandıyla ilgili bir klavuz yayımladık. Doğrudan kırık fay üzerine binalar yapılmasın dedik. Bugün hiçbir kentimizde uygulanmıyor; İzmir, Balıkesir, Manisa, Aydın’da fay üzerinde bina görürsünüz. Hatta Aydın Adalet Sarayı binası doğrudan aktif fay üzerine inşa ediliyor. Kamu 1.5 milyar liraya fay zonu üzerine Adalet Sarayı yaptırıyor. Togg fabrikası; Türkiye’nin prestijli projelerinden biri. Götürdük, Kuzey Anadolu fayının Gemlik Körfezi’nden geçen kolu üzerine oturttuk. Türkiye dışında götürüp fay üzerine bina yapan ülke yok.
Fay yasası istedik, iktidar bugün-yarın diye oyalıyor. İlk 2020’de gündem etmiştik, bakın 2024’e geldik hiçbir adım yok. Bu niye çıkmaz? Bugün görevde olan çevre, şehircilik ve iklim değişikliği bakanı belki 20 kez açıklama yaptı, “Fay üzerine bizim kırmızı çizgimiz var. Bina inşa etmeyeceğiz” diye. Cumhurbaşkanı Erdoğan, depremden sonra “Bundan sonra fay zonları üzerine bina yapılmayacak, 500 metre mesafede hiçbir bina inşa etmeyeceğiz” dedi.
Ben JMO Başkanı olarak biliyorum; pek çok kentte fay zonları üzerine yapı inşa ediliyor, ruhsat veriliyor her gün. Hani kırmızı çizgi? İmar rantı ve talanı o kadar büyük ki; ne cumhurbaşkanı dinliyor ne çevre şehircilik iklim değişikliği bakanı.
6 Şubat depremlerinde 50 binin üzerinde kişi hayatını kaybetti. Bunların yaklaşık 18 bini Maraş’ta öldü. Maraş fay zonu üzerine oturan kentlerden biriydi. Çevre Şehircilik Bakanlığı 6 Şubat’tan sonra fay çevrelerine sakınım bandı yerleştirdi. Bugün kente gidin, müteahhitler fay sakınım bantlarını kaldırmak için belediyeye baskı uyguluyor.
Son olarak JMO olarak önerilerinizi madde madde alabilir miyiz?
Türkiye’nin afet riski baz alındığında kurumsal kapasitesinin yetersiz olduğunu görüyoruz. Bu yüzden afet, acil durum ve iklim değişikliği bakanlığının kurulması zorunlu. Bunu bakanlık düzeyinde ele almadıktan sonra bugün afet risklerini azaltmak, bu süreçleri yönetmek mümkün değil.
Herkes Japonya’yı örnek veriyor. Japonya’da 50 yıldır bakanlıklardan biri afetlerle ilgili. Türkiye’ye bakıyorsunuz İçişleri Bakanlığına bağlı Afet ve Acil Durum Başkanlığı var. İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya her gün bir operasyona ilişkin açıklama yaparken, afetlere ilişkin şu hazırlığı yaptık diye bir açıklamasını hiç duymadık. Ama afete hazırlık yapmamız lazım. Aslında genel seçimlerden önce gerek Cumhurbaşkanı Erdoğan ve muhalefet adayları afet bakanlığı taahhüdünde bulunmuşlardı. Ama seçim bitti, o taahhüt de unutuldu.
Yerel idareler açısından bakıldığında afet ve risk azaltma daire başkanlıklarının kurulmasını arzu ediyorduk. Uzun zaman bu kurulmadı. 6 Şubat depremlerden sonra belediyelerin kurumsal yapılarında kısmi değişiklik oldu. Afet işleri başkanlıkları ve afet işleri müdürlüklerinin kurulması kararı çıktı. Yani yönetmelikte var. Ancak birçok belediyenin bu yönetmelikten haberi yok. Bu birimleri oluşturanlar da bu birimlerin ne yapacağını bilmiyor. Bazı büyükşehir belediyeleri bu daire başkanlığına birer kişi atadılar, atadıkları kişilerin afetle ilgisi yok. Tam bir hayal kırıklığına uğradık. Türkiye’nin üç büyük kentinde de durum bu. Daire başkanlarına afet sınıflamasını sorun; muhtemelen üç büyükşehrin bu işlerinden sorumlu başkanları da bunun cevabını veremeyecek durumda.
İkinci öncelik afetlerle mücadelemizi sağlayan yasal düzenlemeler. Afetler Kanunu 1959’da çıktı. O gün yapılan yasal düzenlemeyle bugünün afetleriyle mücadele etmemiz mümkün değil. Yeni bir afetler kanununa ihtiyacımız var, bugünkü bilgi düzeyine göre düzenlenmiş.
İmar Kanunu’nda köklü bir revizyona ihtiyacımız vardır. Rant üzerinden şekillenen İmar Kanunu ile afet dirençli kentler yaratamayız. Yapı üretim ve denetim kanunda eksiklik var. Afet Sigortaları Kanunu’nda önemli eksikliklerimiz var. Bu yasal mevzuatı mutlaka güncellemeniz gerekiyor.
1939’da afet risklerinin topluma anlatmak için örgün öğretimde jeoloji dersi müfredata alındı. 1970’lere geldiğimizde bunu kaldırdılar. Şu an Türkiye’de on altı çeşit ayrı lise var, sadece beşinde coğrafya dersi okutuluyor. Bu derslerde afetlere ilişkin verilen bilgiler ve jeolojik temel bilgilerin de çoğu yanlış. Toplumun eğitilmesinin de afet dirençli bir toplum yaratmanın temel basamaklarından biri olduğunu düşünüyoruz.
Mühendislik-mimarlık sistemine de yeni bir düzen getirmek gerekiyor. 6235 sayılı Yasa dahil olmak üzere daha radikal çözümlere gitmemiz gerektiğini düşünüyorum.
FACEBOOK YORUMLAR